Şalcı Bacı'yı Tanıyor musunuz?

Asıl ismi Şöhret. Soyadı Kanunu 1934'te kabul edildiği için soyadı yoktu daha. Erzurumlu ve halk arasında “Şöhret Ana”, “Şalcı Bacı” gibi isimlerle tanınıyor.Yetim çocukları var bunların iaşelerini temin edebilmek için şal örüyor ve Erzurum'da bit pazarında satıyor.

Tarih 24 Kasım 1925'i gösteriyor.

Yer Erzurum Valilik önü.

Çoluk çocuk ve birtakım kışkırtıcılardan oluşan bir gurup insan 25 Ağustos 1925'te çıkarılan ve hâlâ da yürürlükte olan “Şapka Kanunu”nu protesto ediyorlar, valiliği taşa tutuyorlar.Kışkırtıcılık o kadar büyük boyutta ki maalesef istenmeyen olaylar oluyor.
Şalcı Bacı bu esnada yine pazarda çocukları için ördüğü malları satmakla meşgul ve gelip ona diyorlar ki:
“Senin çocuklar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!”

Kadıncağız hemen Valiliğe geliyor bakıyor ki ortalarda kimse yok.Sağa sola koşuşturuyor, çocuklarının tutuklanmış olduğunu düşünüyor.Bu arada ana yüreği dayanamayıp oradaki kamu görevlilerine, şapkalılara bağırıp çağırıyor...

Erzurum'daki bu protestolardan sonra sıkıyönetim ilan edilir.Şehrin Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali'nin idam etme yetkileri vardır.Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak için bazı idamlar gerçekleştirmek isterler.Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır ve idam edilir. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler. İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez. Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler. Ve bu idamların içerisinde bir tanesi vardır ki tarihe geçmiştir ama kara bir leke olarak.Evet tarihimizde ilk kez bir kadın idam edilmiştir.Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir.Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin?Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile “acaba çocuklarım kayboldu mu”, “hapse mi atıldı” gibi düşüncelerden kaynaklanan serzenişler....

Şalcı Bacı, idam kararı verildiği vakit ona son sözün nedir diye sorulmuş.Demiş ki:
“Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür”. Ve Jandarmalar onu asılmak üzere götürürken yöresel şivesiyle “Kadın şapka giye ki asıla?" demiş.Ve bu sözleriyle gönüllerde “Şöhret” olmuş.

Ama tarihimizde bu kara leke hep varolacak.Suçsuz bir yere kadını idam etmek...

İlk kez bir kadını idam etmek.

Şehrin Kumandanı olan Tatar Hasan Paşa şu an ki Altan Kardeşlerin dedeleri imiş.Gazeteci-Yazar Çetin Altan bir kitabında:
“Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa'nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce "Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki" demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde” şeklinde anlatıyor.

Şalcı Bacı'yı kaçımız tanıyoruz onu ve onun gibileri.Bugün Nazım Hikmet'in dahi iade-i itibarı sağlanırken mezarının dahi nerede olunduğu bilinmeyen Şalcı Bacı'ların iade-i itibarları ne olacak?

En azından şunu yapabiliriz.Artık Şalcı Bacı'yı tanıyorsunuz.Sizlerden istirhamım en azından ona “Bir Fatiha” göndermek.

Mekanın cennet olsun Şalcı Bacım!

Hilmi Ahıskalı, 21.03.2009

Kaynakça: Vehbi Horasanlı, Konuyla İlgili Makaleleri (Şalcı Şöhret Kadın ,Şalcı Şöhret Ana’nın hikâyesi )
Mustafa Çetin Baydar , Şapka

Devamını okuyun...>>

Eyvah Dinleniyorum Korkusu

Son günlerin popüler olayı dinlenmek.Herkesin içinde bir şüphe, bir tedirginlik. Cep telefonunun önüne numara ekleyip aramalar, çalıyorsa “eyvah dinleniyorum” feryadı figanları.Yok çalmıyorsa çok şükür Ya Rabbi!

Hadi Ergenekon olayındaki dinlemelere bir anlam verebildik de diğerlerine ne oluyor? Bir partinin yöneticisi cep telefonunda no’ya basacağına yes’e basıvermiş.Ondan sonra siyaset tarihinin bu rezil-i rüsva durumunu "bizi falancalar dinliyor, ellerindeki imkanları bu yönde kullanarak sarf ediyorlar, demokrasi yara almıştır" gibi zırvalıklarla ört bas etmeye çalışıyorlar.


Sahip olduğu ilmi, magazinleştirerek sunan, bu sayede epey popülerlik kazanmış olan Zekeriya Beyaz Hoca da yine "fırsat bu fırsattır" diyerekten olsa gerek "cep telefonumun önüne 2 ekleyip aradım çalıyor, beni de dinliyorlar" diyor.



Meyve sebzelerin arasına çürükleri çaktırmadan koymada hünerli olan bizim manav da aynı dertten muzdarip. Abi diyor: "Benim cebi dinliyorlar galiba".



Evvel zamanda torpille bir kamu dairesinde işe yerleştirilmiş, emekliliği çoktan geçmiş, bir sürü torun sahibi, gözlerinden rahatsız olduğu için zar zor yazı yazabilen, emekli olunca aylığının düşme korkusundan mı yoksa devlete hizmet vermenin aşkından mı bilemiyoruz ama bir türlü işini bırakıp emekli olmayan memure teyzemiz de bu kervana katılanlardan.Evet, maalesef o da dinleniyormuş!



Kimsenin yalan söylediği yok gerçekten herkes dinleniyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, tüm devlet erkanı, komutanlarımız, öğretmen , öğrenci, tüccar, sanayici, berber, bakkal, kasap, tornacı, kaportacı, manav, şoför, doktor, hacı, hoca, alim, imam... Kısacası herkes dinleniyor.Evet dinleniyoruz hem de çok yüksek bir teknoloji ile.Dinleyen öyle bir yüksek teknoloji ile dinliyor ki, bir başkasının o teknolojiye sahip olabilmesi mümkün değil.Sadece dinlensek iyi her konuştuğumuz kayda geçildiği gibi görüntüye de alınıyor.Daha da ilerisi ağzımızdan çıkmayan fakat düşünce olarak aklımızdan geçen her şey de biliniyor.İşte böyle bir teknolojinin tek bir maliki var o da Allah(c.c). Fakat biz bu teknolojiyi ve onun yegane sahibini görmezden gelerek "binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete" misali gündelik uğraştayız.Hiç olmayacak hususlardan çekinip korkuyoruz da, olacağı kati delille sabit hususları göz ardı ediyoruz.



Peki Allah(c.c.) Bizi Nasıl Dinliyor?

Şüphesiz Yüce Allah(c.c.) vasıtasız bir şekilde, hiç bir vasıtaya ihtiyaç duymadan kullarının her yaptığından haberdardır.Sıfât-ı Subûtiyyesinden olan "ilim" ile , Allahu Teala her şeyi, hatta kalplerde gizlenen niyetleri dahi biliyor.Yine Sıfât-ı Subûtiyyesinden olan "semi" sıfatı ile her şeyi işitiyor. "Basar" sıfatı ile her şeyi görüyor.Yani Allahu Teala tabiri caizse, karanlık gecede, kara taşın üzerinde yürüyen kara karıncayı görür ve dahi onun ayak seslerini bile işitir.

Diğer taraftan ayetlerden ve Hadis-i Şeriflerden öğrendiğimize göre Allahu Teala Hazretlerinin sırf bu iş için görevlendirmiş olduğu bazı melekler vardır ki bunlara "Kiramen Kâtibîn" melekleri adı verilir.



"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın." (Kâf suresi, 16-18. Ayetler)



"Muhakkak sizin üzerinizde gözetici (hafız) çok şerefli yazıcılar vardır ki bunlar yaptığınız amel ve işlerin hepsini bilirler" (el-İnfitâr, 82/10-12)



Rivayet edilen bazı Hadis-i şeriflerde de bu meleklerin insanın sağında ve solunda olduğu, sağ taraftakinin kulun yapmış olduğu iyilikleri, sol taraftakinin ise kötülükleri yazdığı anlaşılmaktadır.Sol taraftaki melek, sağdakinin emrindedir.Kul, iyi bir amel işlediği vakit, sağ taraftaki melek hemen o kulun defterine on sevap yazar.Kötü bir amel işlendiğinde ise, sağdaki melek soldakine : "Şimdi yazma, altı saat bekle, belki pişman olup Allahu Teala'ya tevbe eder, eğer etmezse bir günah olarak yaz" der.Fakat bu durumdan hemen helalleşilmeyen kul hakları müstesnadır.Yani böyle bir durumda kula mühlet verilmeyip soldaki melek tarafından hemen bu iş kaydedilir.(Suyûti, Kenzûl Ummâl)



Ayetlerden ve Hadis-i Şeriflerden anlıyoruz ki "Kiramen Kâtibîn" melekleri yaptığımız her işi, konuştuğumuz her sözü, her eylemimizi kayıt altına alıp deftere yazıyorlar. İyi işler sağ taraftaki, kötü işler sol taraftaki melek tarafından kaydediliyor. "Kiramen Kâtibîn" meleklerinin kayıt altına aldığı bu defterler kıyamet kopup hesap gününde bizlere verilecek. O gün, o defteri açıp bakacağız ki yaptığımız her şey eksiksiz, adilane bir biçimde kaydedilmiş, tüm yaptıklarımız bir film şeridi gibi gözümüzün önünde canlanacak. Kimimiz sevineceğiz, kimimiz ise üzüleceğiz.İnşallah sevinenlerden oluruz.Ama bunun için yaptığımız her işte, attığımız her adımda, söylediğimiz her sözde, aldığımız her nefeste Yaradan’ın bizi gördüğünü, dinlettirdiğini, kaydettirdiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Korkumuz dünyalık şeylerde olmamalı, sol taraftaki deftere olabildiğince bir şey yazdırmama da olmalı!



19/07/2008

Hilmi AHISKALI

Devamını okuyun...>>

İslami Kariyere İhtiyaç Var !

“Kariyerin de İslamisi olur mu?” demeyin.Ciddi bir konu, Müslüman için zaruri ihtiyaçlardan bir tanesi.Hele medyadan öğrendiğimiz şu son olaydan sonra zaruretinin bir kez daha önemli olduğunu düşünüyorum.Olay şu:
Bildiğiniz gibi Hilal TV dini ağırlıklı yayın politikası olan bir müessese.Bu müessesenin Haber Merkezi kurucuları olan Feridun Erdoğral ve Arzu Erdoğral istifa etmiş.Ani istifalara hazırlıksız yakalanan Hilal TV yöneticileri haber saatinde yayına belgesel koymak zorunda kalmış.Arzu Erdoğral, Hilal Tv’nin Haber Müdürü ve aynı zamanda Türkiye’nin başörtülü tek haber spikeri. İstifanın nedeni ise, Hilal TV’de program yapan ve aynı zamanda Hilal TV’nin ortakları arasında ismi geçen Mustafa İslamoğlu’nun İstanbul Gösteri Merkezi’ndeki TV programını yaptığı gün , aynı TV kanalının Genel Yayın Yönetmeni olan Hakan Saruhan’ın , Haber Merkezi elamanlarını kalabalığın önünde misafirlere yer göstermedikleri için azarlaması imiş.Haber Merkezi çalışanları , misafirleri karşılayıp , onları ağırlamaya gayret ettikleri halde sırf onlara yer göstermedikleri için gösterilen bu tavra içerlemişler.Yaşanan bu gerilim üzerine kanalın Genel Müdürü olan Adnan İnanç, kırılan kalpleri tamir için büyük gayret sarf etti ise de onun bu çabası netice getirmeyip, istifalar gerçekleşmiş.(Haber7.com)

Gerçekten üzücü bir olay.Burada çalışanlarını kırıcı bir şekilde azarlayan yöneticinin, ne olursa olsun, ideal bir yönetici olduğu söylenemez.Söz konusu yönetici belki kendince haklı olabilir fakat üslubu nedeniyle ona ait olan bu haklılık , hükmünü yitirir.Üslup önemli bir konudur.Yanlış bir üslup, haklı iken , haksız bir konuma düşürebilir. Herkesin olduğu gibi yöneticinin de, patronun da bu hususa çok dikkat etmesi gerekir.

Söz konusu müessesede yaşanan olayın benzerlerine günlük hayat içerisinde sıkça rastlıyoruz maalesef. Patronların, yöneticilerin ; “para , iş benim değil mi?” deyip çalışanların haklarını gasp etmeleri, kötü muamelede bulunmaları, emeklerinin karşılığını eksik ya da hiç vermemeleri vs. Bu olaylar sadece seküler dünya içerisinde yaşanıyor değil, “Müslüman’ım, iş yaparken dini kurallara riayet ederim , Hacıyım, Hocayım” diyen bizim insanlarımızın da içerisinde yaşanıyor maalesef. İşte bu nedenle birçok alanda olduğu gibi ticari alanda faaliyet gösteren müesseselerimiz de yeteri kadar başarılı olamıyorlar.

Zaman zaman dünyada ve ülkemizde belli yayın organları veya kuruluşlar tarafından listeler yayınlanıyor. “İşte Dünyanın başarılı 10 Şirketi” , “Cirosu Yüksek 10 Şirket” , “En Kârlı Şirketler” vs. gibi. Bunların hangisinde tam anlamıyla dindarlardan müteşekkil kişilerin kurduğu-yönettiği müesseseleri , şirketleri görebiliyoruz? Belki diyeceksiniz ki: “Bizim şirketlerimiz, müesseselerimiz , başarı olsalar dahi söz konusu yayın organları veya kuruluşlar tarafından yayınlanmaz ki?” Kusura bakmayın ama bu söylemin başarısızlığımızın üstünü örtme adına söylenen bir lakırtı olduğunu kabul etmeliyiz. Bizim işimiz mazeret üretmek değil, çalışmak ve başarmaktır! Azimle çok çalışıp başarıyı yakalayamamak ne mümkün?

Bahsettiğimiz listelerde yer alan şirketler, kuruluşlar, müesseseler başarıya elbette ki eğitimle-kariyerle ulaşıyor. Burada eğitime-kariyere sahip olan soyut bir varlık olarak kurumun kendisi değil tabiî ki de orayı yöneten insanlar. Başarılı her müessesenin tepe noktasında iyi eğitim almış, kendi alanıyla ilgili her türlü donanıma sahip olamaya çalışan kısacası mesleki kariyerinde zirve yapan insanlar var. İşte bizim müesseselerimizin tepe noktasındaki kişilerin de mutlaka kendi alanlarında kariyer yapmaları gerekiyor ki , acemice hareketlerden kurtulup, profesyonelleşsinler ve başarıyı yakalasınlar.

Yöneticilerimizin belli bir eğitime-kariyere sahip olması 2 aşamalı olmalıdır. Birincisi; kendi mesleki alanlarıyla ilgili olarak modern çağın icap ettirdiği her ne varsa tüm bunlara sahip olmak şeklindedir.Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta, her şeyin olduğu gibi kabul edilmeyip , her bir unsurun milli ve manevi değerlerimize ait süzgeçten geçirildikten sonra elde edilmesidir. Zira her şeyin bir hesabı, sorumluluğu vardır. İkinci aşama ki; bu aşama daha önemli olup kısaca “Müslüman olmanın gereklerini” yerine getirmektir. Evvela niyetin düzgün olması; yapılacak işlerde Rıza-i İlahi’yi gözetmek; sözün-özün doğru ve dürüst olması yani güvenirlilik; yalandan , haramdan, hileden-hurdadan sakınmak; bıkmadan , usanmadan , yorulmadan çalışmak ; alın teri dökmek ; işverenin çalışanların hakkını gözetmesi ; çalışanın çalıştığı işin hakkını vermesi yani hak ederek kazanması ; kazancın zekatının verilmesi ; çalışmanın hiçbir şekilde ibadetleri aksatmaması hülasa çalışma hayatı içerisindeki her safhada İslami ölçülere uygun bir hareket içerisinde olunması gerekiyor. İşte bu 2 aşama kariyer birleştirilince ortaya tam anlamıyla “İslami Kariyer” kavramı çıkacaktır.

İslami Kariyer’e Nasıl Sahip Olunur?
Birinci aşamadaki kariyer şekline sahip olabilmek çok kolay. Hemen her alanda kariyer yapabilmek için açılmış olan okullar var, belli becerilere sahip olmaya yardımcı bir sürü özel kurs var.Yine farklı alanlarda bu konuya yönelik olarak yazılmış olan kitaplar var, açılmış internet siteleri var. Bu aşamadaki kariyere sahip olabilmek limitsiz imkanlar dahilinde yani. İkinci aşamadaki kariyere gelince ; burada bazı hususları kişi kendi bilgi birikimi ile kendi kendine yerine getirebilse de bunu yeterli görmemek gerekiyor.Bu nedenle bu aşamaya yönelik çalışmalar yapılması gereklidir.Bu satırları ele alırken internet ortamında bir araştırma yapıyorum.Her ne kadar net ortamında bilgi kirliliğinden sağlam verilere ulaşmak zor olsa da , istifade edilebilir düşüncesiyle araştırmamızdan elde edilen bazı sonuçları sunmak istiyorum. Şöyle ki; sadece “İslami Kariyer’e” yönelik açılmış bir okul ya da kurs yok.Kariyer yapmaya yardımcı olan kişisel gelişim kitapları ve dergiler var. (Kitap demişken Tefsir , Hadis ve bazı önemli dini kitaplardan mutlaka çalışma hayatına , bu konuya yönelik kısımlar okunmalı ,biliyorsak da gözden geçirilmeli.) Oğuz Saygın, Mümin Sekman gibi yazarların kişisel gelişim kitapları faydalı olabilir.Yine bir çok yayınevi tarafından basılmış olan kişisel gelişim kitapları var lakin bunların bir çoğunun çeviri olduğunu, içeriklerinin uygulanabilmesi açısından zorlanabileceğimizi söyleyebilirim. Ama yine de popüler olanları okumak fayda sağlayabilir. Dergi olarak da Genç Beyin , Genç Gelişim vb. gibi dergiler tavsiye edilebilir. İnternet sitesi olarak ise “Kigem.com” adlı sitede istifade edilebilir yazılar var.Son olarak konumuzla doğrudan bağlantılı bir internet sitesinin varlığından bahsedeyim. “islamikariyer.com” , Platin Dergisi ve Akşam Gazetesi’nin haber-röportajına göre Avusturya’da yaşayan genç bir Türk girişimcisi tarafından hazırlanmış.İçeriğine göz atınca bu alana yönelik katkı sağlayan, istifade edilebilir bir site olduğunu söylememek doğrusu haksızlık olur.


Hilmi AHISKALI
11/07/2008

Devamını okuyun...>>

Karacaahmet Mezarlığı Tarihçesi ve Önemi

Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul şehrinin ve dolayısıyla Türkiye’nin en büyük Müslüman kabristanlığı olup aynı zamanda dünyanın da sayılı büyük mezarlıklarındandır.İstanbul Üsküdar ilçesi sınırlarında yer alan mezarlık, yüksek bir mevkide bulunup, meyilli bir arazide kuruludur.
Tarihi kaynaklara göre; Karacaahmet Mezarlığı İstanbul’un en eski mezarlığıdır.Rivayetlere göre de ilk olarak İstanbul şehrinin Araplar tarafından muhasarası sırasında şehid olan askerler Karacaahmet Mezarlığının bulunduğu bu alana defnedilmişlerdir.Mezarlıkta hiçbir zaman Roma veya Bizans lâhdine rastlanmamıştır.
Karacaahmet Mezarlığı’nın etrafı; Nuhkuyu Caddesi, Tıbbiye Caddesi, İcadiye Mescidi Sokak, Büyük Salim Paşa Caddesi ve İcadiye Camii Sokağı ile çevrilidir.Yaklaşık 750 dönümlük bir araziyi kaplayan Karacaahmet Mezarlığının yedi kapısı mevcuttur.Bunlar:

1-Seyyid Ahmed (İraniler) Kapısı
2-Namazgâh Kapısı
3-Harmanlık Kapısı
4-Şehitler Kapısı
5-Körkapı
6-Yanık Ömer Kapısı
7-Fıstıklı Kapısıdır.

Karacaahmet Mezarlığının belkemiği ise, eski Menzilhane Yokuşu Caddesi olan şimdiki Gündoğumu Caddesidir.Mezarlık burada İnadiye’den başlayarak İbrahim Ağa’ya kadar uzanır.
Mezarlık köklü bir geçmişe sahip olduğu için toplam defin sayısı hakkında kesin bir rakam ifade etmek zordur.Ama toplam defin sayısı milyonlarla ifade edilebilir.Karacaahmet Mezarlığı; 1917,1940,1956 ve 1974 yıllarında olmak üzere toplam dört kez istimlâk edilmiş olup özellikle son 1974 yılındaki Karayolları istimlâkinde ciddi şekilde tahrip edilmiştir.

Mezarlık İsmini Kimden Alıyor?

Karacaahmet Mezarlığı bu ismi; Horasanlı bir Türkmen Beyi’nin oğlu olan Karaca Ahmed Sultan’dan almaktadır. Hakkında ilk yazılı kaynak Miladi 1371’de tanzim edilen bir vakfiye senedinde adı “Süleyman Horosani oğlu Karaca Ahmet” diye geçer.Karaca Ahmed, 14. yüzyılda Moğol istilası önünde göçen büyük bir Türk kafileleri arasında Anodulu’ya gelmiştir.Bu sırada Selçuklu Devleti son günlerini yaşamaktadır.Karaca Ahmed, önce bozulmuş ve çürümüş Bizans Hükümeti’nin topraklarını yer yer fethe çalışan Türk Mücahitlerinin saflarına karışmış, bir çok fetihlerde bulunmuş, hekimliği ile de Anadolu’da yaşayan halkın derdine dava olmuştur.daha sonra ise Hacı Bektaşi Veli Hazretlerine bağlanmış, onun dervişi olmuştur.İstanbul’a da Hacı Bektaşi Veli Hazretleri tarafından İslam dinini yaymak üzere, hizmet maksadıyla gönderilmiştir.
Asıl Türbesi Manisa Horoz köyünde bulunan Karaca Ahmed Sultan’ın, Karacaahmet Mezarlığının bulunduğu alanda , Gündoğumu ile Nuhkuyusu Caddesinin birleştiği köşede de bir türbesi vardır.Bu türbe 1539 yılında gördüğü bir rüya üzerine Kanuni Sultan Süleyman’ın cariyelerinden olan ve Şehzade Murad'ın annesi olan Gülfem Hatun tarafından yaptırılmıştır.Gülfem Hatun, kendisi Manisa Sancağında bulunduğu sırada sık sık Horoz Köyü’ne giderek Karaca Ahmed Sultan’ın türbesini ziyaret ederdi.

Karacaahmet mezarlığının tarihçesinin çok eski olması hasebiyle burada Osmanlı çizgisini yansıtan, Osmanlı estetiğine sahip çok sayıda mezar taşını görmek mümkündür.Yine Karacaahmet Mezarlığında çok sayıda önemli şahsiyet medfundur.Şeyh Hamdullah Efendi, Süleyman Hilmi Tunahan(k.s), Hattat Hamid Aytaç, Mazhar Paşa , Abdurrahmân-ı Harpûtî Efendi, Ehl-i Cennet Mehmed Efendi, Şair Nabi bunlar arasında sayılabilir.

Hilmi AHISKALI
10.11.2007


Kaynaklar:
Hüve’l Baki/İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları.Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Aysu Uzsayılır Kara, Kentimistanbul Semt Kitapçıkları

Devamını okuyun...>>

Kadınlaşan-Yozlaşan Erkekler

Bir hanım yazar “Başörtülü Yarı Çıplaklar” başlıklı gayet yerinde bir yazı kaleme aldı ve olumlu olumsuz bir çok eleştiri yağmuruna tutuldu.Bazı tesettürlü bayanların giyiminin yozlaşmış halini işlemesi aklıma “Bayanların giyim kuşamı bu şekilde yozlaştı da, ya erkekler ne alemde?” sorusunu getirdi.

Zaman içerisinde erkeklerin de giyim kuşamı maalesef yozlaştı.Özellikle gençlerin giyim kuşamı acayipleşti.Sokağa çıkınca şöyle etrafa baktığınızda kendinizi sanki yabancı bir ülkede zannediyorsunuz.Acayip saç traşları, kulaklarda küpeler,yırtık-pırtık kot pantolonları…

Bir de metroseksüel erkek tanımı çıktı ki ; “bakımlı erkek” demek oluyor.Yani kaşları düzeltilecek, burnu filan yaptırılacak, cilt bakımı olacak,yüzünde, elinde, kolunda kıl filan olmayacak varsa da müdahale edilip aldırılacak. Anlayacağınız ‘bayansı’ olacak!

Peki bu saydıklarımızı sadece dinden, diyanetten uzak olan erkeklerde mi görüyoruz? Kocaman bir Hayır!

“Önemli olan niyettir, şekil, giyim, kuşam o kadar önemli değildir” telkinlerinden midir nedir maalesef kendini dindar gören erkekler arasında da var böyle tipler.
Tamam Asr-ı Saadet Devrinde değiliz; tüm erkekler sakal bıraksın, şalvar, cübbe giysin demiyoruz ama Müslüman erkeklerin body tarzı daracık tişört giymeleri, kalçalarını belli eden yahut altına giydiği iç çamaşırını belli eden pantolon giymeleri ne derece doğrudur?
Ya da saçına sürdüğü jöleyle saçlarını taş gibi yaparak abdestte başını mesh etmekte hiç zorlanılmaz mı?Kulağında küpeyle namaz kılmak, Allah’ın verdiği şekli, şemali beğenmeyip kaşlarını düzelttirmek, gittiği İslami Otel’in havuzuna, plajına girerken göbeği ve diz kapaklarını açıkta bırakan şortu tercih etmek Müslüman bir erkeğe yakışır mı?

Misaller çoğaltılabilir.Evet yozlaşan sadece tesettürlü bazı bayanların giyimi değil.İşte bunlarda yozlaşan erkekler, ahir zamanda kadınlaşan erkekler!
Allah sonumuzu hayr eyleye…

Hilmi AHISKALI
22.10.2007

Devamını okuyun...>>

Şükredebiliyor muyuz?

Küresel ısınma ve kıtlık son günlerde gündemimizi meşgul eden bir konu.Hemen hemen her gün gazetelerde ve televizyonda bu konuyla alakalı haberler gözümüze çarpıyor.Bu haberler aklıma -nimetlere şükür etme vazifemizi- getirdi.

Diyorum ki; balıklama daldığımız dünya işlerinden şöyle bir sıyrılalım, misafiri olduğumuz şu fani dünyada, unuttuğumuz misafirliğimizi ve Yüce Mevla’nın imtihan için bu dünyaya bizleri gönderdiğini bir hatırlayalım.Uyanalım şu gaflet uykusundan yani !Çekilelim şöyle tenha bir köşeye ve düşünelim.Sonra şu soruları sıralayalım zihinlerimizde:

“Allah’u Teala’nın bizler için yarattığı kaç çeşit nimet var ?”
“Verdiği nimetlere karşılık şükrediyor muyum?”
“Günde şu kadar öğün yemek yiyorum da karşılığında ne sunuyorum Rabbime?”
“Onca yıl çalıştım, didindim malım, mülküm oldu; bunlar ‘Rabbimin bir ihsanıdır’ diye hiç aklıma geliyor mu?”
“Ya su gibi bir nimet olmasa ne yapardık?”………..
Soruları uzatmak mümkün ve kolay da anlamlı cevaplar verebilmek kolay mı? Elbette ki değil!

* * *
Korkumuz ne küresel ısınma ne de kıtlık olmalı.Aksine zihnimizde şimşekler çaktıracak, aklımıza gelince tüylerimizi diken diken edecek, kalp atış ritmimizi hızlandıracak olan korkumuz “verilen nimetlere hakkıyla şükredip şükredemediğimiz” olmalı.Hakkıyla şükredebildikten sonra küresel ısınma ve kıtlık bizler için teferruattır diye düşünüyorum.

Bize bir yakınımız yada dostumuz hediye verdiği zaman nezaket gereği teşekkür ediyoruz.Hatta bunun beşeri münasebetlerde olmazsa olmaz bir ilke olduğunu düşünüyor, teşekkür etmediğimiz takdirde “nezaketsiz”, “nankör” gibi etiketlerin bize yakıştırılabileceğini kabul ediyoruz da acaba Rabbimizin bize sunduğu bunca nimete karşı şükretmemeyi de NANKÖRLÜK olarak algılayabiliyor muyuz? Zira Ayeti Kerimede şöyle buyuruluyor:

“Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki, ben de sizi anayım.Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin !” (Bakara Suresi, Ayet:152)

Verilen nimetler şükretmek biz kullar için vâciptir. İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mevzuyu Mektubat-ı Şerif’inde şöyle izah etmiştir: “Bil ki; nimet verilen üzerine nimeti veren Allah’a şükretmek aklen ve şer’an vâciptir.Şükrün , gelen nimetin miktarınca vacip olduğu da malumdur.O halde nimetin gelişi ne kadar çok olursa, nimete şükrün vacipliği de o kadar ziyade olur.Binâenaleyh zenginlerin zenginliklerine göre fakirlerden kat kat fazla şükretmeleri icap eder.İşte bunun için, Hadis-i Şerif’te “Bu ümmetin fakirleri zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girerler” buyuruldu. (Mektubat-ı İmam-ı Rabbani, Cilt1, 71.Mektup)

Allah’u Teala cümlemizi nimetlerine hakkıyla şükredebilenlerden eylesin.


Hilmi AHISKALI
07.09.2007, Cuma

Devamını okuyun...>>

Kör ve Topal İlim

Komşumuz Akif Beyin oğlu Emre , İTÜ’de mühendisliği birincilikle bitirdi ve iki yıldır da Amerika’da master yapıyor.Anlattıklarına göre de çok önemli profesörlerden, ülkenin hatırı sayılır bilim adamlarından dersler alıyormuş.Anlayacağınız geleceği parlak, önemli bir bilim adamı olabileceği bekleniyor Emre’nin.

Ailesini ve Emre’yi küçüklüğünden beri tanırım. Akif Bey, namazına filan dikkat eden halim-selim bir beyefendidir. Lâkin Emre’yi yetiştirme hususunda bazı eleştirilerim olmuştur kendisine.


Emre, tüm tahsil hayatı boyunca hep en başarılı öğrenci olmuştur ve başarıları hâlâ devam eden biri. Lakin Emre’nin dini ilimler konusunda bilgisi zayıftır diyemeyeceğim zira hiç bilgisi yoktur.Çünkü akranları yaz Kuran Kurslarına filan giderken o özel hocalardan ders almakla, dershaneye gitmekle meşguldür.Ailesi de “ilerde öğrenir nasılsa, şimdi okul derslerine önem versin” diyerekten dini açıdan cahil bırakmışlardır Emre’yi.
Emre artık büyümüştür ve şu an verilen dini telkinler işe yaramamaktadır.Boşuna dememişler “Ağaç yaş iken eğilir” diye.

Emre’nin geleceği çok parlak.5-10 yıl sonra büyük bir bilim adamı olacak belki. Önemli buluşlara imza atacak, hayatı kolaylaştıran yenilikleri sunacak belki bizlere…
Diyeceksiniz ki komşunuzun oğluyla gurur duymalısınız.Hayır, maalesef gurur duyamıyorum aksine üzülüyorum.Albert Einstein ne güzel ifade etmiş: “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır.”. İşte üzüntüm bundan dolayı.Onun bilim adamlığı kör ve topal olacak.

Okumuş olduğu bilimler gereksizdir diye yanlış bir anlaşılma olmasın.Mutlaka o bilimlere de ihtiyacımız vardır.Lakin pozitif ilimlerle beraber , dini ilimleri mutlaka okumak gerekir.Zira aklı işletip kalbi ihmal eden ilim, tam bir ilmi ifade etmez !

Çocuklarımızın ve gençlerimizin hem pozitif ilimlerde hem de dini ilimlerde başarıdan başarıya koşmaları temennisiyle….



Hilmi AHISKALI
02.09.2007

Devamını okuyun...>>

Güneş Batmış ve Çocuklar Hâlâ Dışarıda...

Bir ebeveynin en büyük zenginliği, ne bankadaki parası, ne dairesi ne de otomobilidir.Onun en büyük zenginliği Allah(c.c.) ın izniyle dünyaya gelmesine vesile olduğu bir evlattır.Tabi zenginlik sadece evlad sahibi olabilmek değil.Hayırlı, milli ve manevi değerlerine saygılı evlad yetiştirebilmektir asıl zenginlik.Ve böyle bir evlad yetiştirebilmekteki en büyük pay tabiî ki anne ve babalarındır.

Günümüzdeki çocukları görünce endişelenmemek elde değil maalesef.Başından savmak için sokağa oynaması için gönderilen çocuklar, internet kafelerde gününü geçiren çocuklar hatta gün batmış ve hâlâ evinde olmayan-olamayan çocuklar…En çok da bu sonuncusuna şahit olduğum zaman ürperir içim.Zira Hadis-i Şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Güneş batınca çocuklarınızı sokağa bırakmayınız.Çünkü o (güneşin battığı an) şeytanların dağıldığı saattir.” (Kenzü’l Ummâl)

Yol göstericimiz, iki cihân güneşi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) böyle buyuruyor.Bize düşen kulak vermek ve uygulamaktır.

Evladlarımız hem Allah’ın bize bir emanetidir hem de övünebileceğimiz en büyük zenginliğimizdir.

Emanetlerimize layıkıyla sahip çıkabilmek ve övünülesi, hayırlı, milli ve manevi değerlere sahip evlad yetiştirebilmek temennisiyle..


Hilmi AHISKALI, 01.09.2007

Devamını okuyun...>>

Şaban Ayı Programınız Nedir?

Yılbaşına 10-15 gün kala idi. Çay içmek için oturuyorum ferah bir mekana. Çayın gelmesini beklerken arka tarafta oturan baba-oğul çiftinin konuşmalarına istemeyerek de olsa kulak misafiri oluyorum.

-Babacığım, çam ağacı da alıp süsleyeceğiz değil mi?
-Tabi ki oğlum almaz olur muyuz.
-Ama baba hemen alalım.
-Tamam oğlum, merak etme yarın nasılsa yılbaşı için izine ayrılacağım, yarın hallederiz.

Konuşmaları duyunca şöyle fark ettirmeden dönüp onlara baktım. Allah Allah Türkçeyi de güzel konuşuyorlar.Tiplerine bakılırsa yabancı uyruklu da değiller…

Çayımı yudumlarken kendi kendime diyorum ki : “Nasıl da yabancılaşmışız, batı kültürünü benimsemişiz Ya Rabbim !”. Çayımı bitirip kalkıyorum. Araca binmek yerine yürümeyi tercih ediyorum çocukluğumun geçtiği bu kentte.Caddeler mahşeri kalabalık. İnsanlar da bir telaş bir telaş…Yılbaşı geliyor diye vitrinler süslenmiş, çamlar konulmuş.Az ileri de hindi satılan bir yer görüyorum.Görünüşe bakılırsa epey rağbet var hindilere, satıcının yüzü gülüyor.Nihayet kurtuluyorum bu mahşeri kalabalıktan ve atıyorum kendimi bir dostumun evine. Dostla hasbihâl ettikten sonra televizyonu açıyoruz , bakıyoruz ki her kanalda yılbaşı programı reklamları (!)…Sehpanın üzerinde duran gazeteyi almaya korkuyorum.Çünkü biliyorum ki vardır onda da bir yılbaşı işareti.

Ecnebi bir memleketten değil Müslüman bir ülkeden- ülkemizden bir yılbaşı öncesi izlenimlerimi aktarmaya çalıştım.Belki Şaban-ı Şerif ayı ile ne alakası var diyeceksiniz.Bir karşılaştırma yapmak istiyorum.Bizim kültürümüzde olmayan, Ehli küfrün kutladığı bir bayramı sanki kendi bayramımız yokmuş gibi benimseyip kutluyor insanlarımız.Bakınız bu kutlama için hazırlıklar 10-15 gün önceden başlıyor.İnsanlar adeta birbiri ile yarışıyorlar.Her yerde bir hareketlilik, koşuşturmaca oluyor.Çalışan babalar, mübarek bayramlarda sıla-i rahim için bile izin almazken yılbaşı için alabiliyorlar ! Ama cahilliklerinden, ama gafilliklerinden yılbaşı hazırlıklarını yaparlarken mutluluğun resmini çiziyorlar. Heyecanla 31 Aralığın 1 Ocağa bağlanmasını bekliyorlar.

Kıymetli dostlar yılbaşı sadece bir örnekti. Şimdi kendimize dönelim ve şu soruları soralım:
“Mübarek günlere, aylara, bayramlara nasıl hazırlanıyoruz? Belli bir programımız var mı? Biz de heyecan yaşıyor muyuz yüreğimizde?”

Daha dün üç aylara daha çok var diye bekliyorduk.Derken Şehrullah olan Receb-i Şerif geldi ve geçti.Şimdi de Peygamber Efendimizin (s.a.v.) benim ayım buyurduğu Şaban-ı Şerif ayına girmiş bulunmaktayız.Ardından da bereketli Ramazan-ı Şerif ayımızı karşılayacağız inşallah.

Kaçırmayalım şu mübarek ayların fırsatlarını.Oturalım ve kendimize bir program hazırlayalım.Her zamankinden fazla ibadet ve taat ile geçirmeye çalışalım zamanlarımızı.Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ayında ona bol bol salavat-ı şerife gönderelim.Tövbe ve istiğfar edelim.Teheccüdlere kalkalım, Tesbih namazları kılalım.Kendimiz için , birbirimiz için, Ümmeti Muhammed için dualar edelim, yalvaralım yakaralım.

Şimdiler de meşhur bir söz var ya geçen aylarda meydanlarda slogan olarak kullanmışlardı : “Yarın çok geç olabilir !”Şaban-ı Şerif ayı “Şerefli, ulvî, berâta erdirici, ilahi ihsana kavuşturucu, mü’minlere rahmet ve kafirlere gazap olan ilahi nura nail edici” bir aydır.En iyi biçimde idrak etmeye çalışalım.Zira “Yarın çok geç olabilir !”….

Selam ve muhabbetle…

Hilmi AHISKALI
14.08.2007

Devamını okuyun...>>

Siz de Receb-i Şerif'de Ölebilirdiniz

Takvimde okumuştu; “Recep Allahu Teâlanın ayı, Şâban benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır” Hadis-i Şerifini.Hemen ara sıra not almak için bulundurduğu ajandasına yazdı bu hadisi.
Günah denizinin içerisinde boğulmak üzere idi. Üç aylar başlamıştı ve “Şehrullah” yani Allahu Tealanın ayına girilmişti.
Ajandasına sadece takvimden okuduğu Hadis-i Şerifi yazmakla kalmadı, dolmuştu içi ve bunu satırlara boşaltmak istiyordu.Dakikalarca düşündü.Her zamanki gibi sorguladı kendini ve yaptıklarını…
Şehrullahı ve devamındaki kazançlı ayları en güzel biçimde değerlendirmeli idi.Kalemine sarıldı ve yazmaya başladı:

“Bu aylardan en iyi biçimde istifade etmeliyim.
Günahlarıma tevbe etmeliyim ve bu tevbe artık son olmalı.Yoksa her zamanki gibi tevbe edip unutup dalmamalıyım tekrar günahlara.
Hep söz veriyorsun Yaradanına ama tutmuyorsun.Neyine güveniyorsun? Gençliğine mi? Nasılsa gencim ilerde tevbe eder, durumu kurtarırım mı sanıyorsun?.”...........

Yazmayı bitirdi ve kapattı ajandasını. Artık yazdıklarını fiiliyata dökme zamanı idi.
Harekete geçme zamanı idi şimdi !
Rabbinin razı olduğu kul olabilme zamanı idi…

Her şey güzel başlamıştı.Şehrullah’ın ilk on-on beş günü İhlas suresini okuyor, tevbe ediyor, istiğfar ve salavat-ı şerife okumayı ihmal etmiyordu.Huzurla dolmuştu içi.Ama belli bir zaman sonra artık nefsine söz geçiremiyordu.Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ayına ulaşamadan nefsine yenik düştü, şeytana mağlup oldu. Rabbine verdiği sözleri unuttu.Çünkü şeytan sürekli telkin veriyordu: “Bu seferde şu günahı işle ne olacak ki? Daha gençsin , ilerde tövbe eder huzura erersin.” Diyordu.
Günahlar, isyanlar içerisinde Şehrullah bitti, Şaban ve Ramazan ayları geçti gitti….

Kararan kalbi huzursuzdu yine.Uzun süredir bakmadığı takvime baktı ve kopardı yaprağını…
Tevafuk mı idi bu? Takvimde yazan Hadis-i Şerif’i geçen sene de okumuştu: “Recep Allahu Teâlanın ayı, Şâban benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır”.Hemen aklına geçen sene ajandasına aldığı notlar geldi.Açtı ve okudu uzun uzun.Pişmandı yine verdiği sözleri tutamadığı için, Rabbine kulluk edemediği için….
Kalemi aldı eline ve tarih attı tekrardan.Yazmaya başladı:

“Bu sefer başaracağım, tevbe edeceğim, Recep ayını bir fırsat bilip yeni bir başlangıç yapacağım” diye yazmıştı satırlara.Devamını getirmek istiyordu ama nafile.Kalem elinden yavaşça kaydı, nefes alıp vermesi zorlaştı.Evet , hiç beklemediği bir anda ecel onu yakalamıştı.Şehadet getirmek istedi ama zorlandı.Titrek ses tonuyla ağzından dökülen kelime “Eyvah” oldu.Devamını getirebilse belki de şöyle diyecekti:

“Eyvah aldandım gençliğime, hazırlıksız yakalandım ölüme!”

Hikayedeki kişi biz de olabilirdik.Genç de olsak yaşlı da olsak “Ölüm” bizi her an hazırlıksız yakalayabilir.

Receb-i Şerif ayını bitirmiş bulunmaktayız.İnşallah en güzel şeyliyle idrak etmiş, Rabbimize çokça iltica da bulunmuşuzdur.Şimdi Efendimiz(s.a.v) in benim ayım dediği Şaban-ı Şerif’e girmiş bulunuyoruz ve ardından ümmetimin ayı dediği Ramazan-ı Şerif ayına gireceğiz inşallah.

Rabbimiz bu fırsat aylarını en iyi biçimde idrak etmeyi cümlemize nasip buyursun.

Selam ve muhabbetle….

Hilmi AHISKALI
13.08.2007

Devamını okuyun...>>
Web Stats